3 Aralık 2010 Cuma

Fotoğraftaki Adam

Geceleri resmine baktım
Olanları anlattım                                                                                                                            
Seni bir görsem diye diye
Uyudum yağmurun sesiyle...
                                                                                                                                                             Meral ÖZBEK


         Yine neden geldin bu meyhaneye? Neden yine bu masaya oturdun? Sırtını kapıya verdin yine içiyorsun kendinle baş başa. Ne ortalığı saran sigara dumanı umurunda ne de uluyarak şarkı söyleyen şu adam. Artık içmek için içiyorsun. Rahat uyumak istediğin, hiçbir şey düşünmek istemediğin için. Etrafına bakıyorsun; yalnız oturan bir tek sensin. Yalnızım diyorsun içinden. Evet, diyor öbür sen, yalnızız...
            Karşısındaki duvara siyah-beyaz bir fotoğraf asılmış, ona bakıyorsun dalgın dalgın. “Şerefine” diyorsun, ve öündeki rakı kadehini bir dikişte yuvarlıyorsun. Peynire çatalı saplıyorsun, peynir ufalanıyor. Küçük bir parçayı ağızına götürüp, yüzünü ekşitiyorsun. Fotoğraftaki adam sana bakıyor donuk donuk. Acaba yeni mi asıldı buraya bu bu fotoğraf diye düşünüyorsun. Neredeyse her gün geldiğin bu meyhanede, belki de yeni farkettim diyorsun. Geniş alınlı bir adam bu. Yüzündeki diğer ayrıntılar romanlardaki gibi ilginç değil. Adamanı ne karga gibi bir burnu var, ne çiçek bozuğu bir suratı, ne de yüzünde başka bir ilginçlik.
Adamı tasvir edemiyorsun. Canın sıkılıyor. Rakı şişesine dönüyorsun. Boş kadehi yarıya kadar dolduruyorsun, üzerine biraz su koyup, bakışlarını tekrardan adam üzerinde yoğunlaştırıyorsun. “Sağlığına” diyorsun kadehini kaldırarak. Adamın yüzü daha bir donuklaşıyor. Yaşamıyorum artık diyor sanki sana. Üzülüyorsun. “Yaşasaydın birlikte içerdik” diye bir laf geveliyorsun ağzında. Sonra gülüyorsun. “Zaten birlikte içmiyor muyuz?” diye kendi kendine soruyorsun. “O zaman sağlığına, sıhhat ve afiyetine, abiciğim. Ya işte ben de böyle...” diye başlayacak oluyorsun, garson sana doğru geliyor, yüzüne garip garip bakarak, masadaki küllüğe bir göz gezdiriyor. Boş olduğunu görünce, “başka bir arzunuz var mı efendim?” diyor.
“Şu adam kim?” diye soruyorsun fotoğrafı göstererek. Garson anlamsız gözlerle fotoğrafa bakıyor. “Tanımıyorum. Ben burada yeniyim, abi” diyor. Bu konuyu önemsemediği belli. “Buz ister misiniz?” diye soruyor. İstemekle istememek arasında kalıyorsun. Canını sıkıyor konunun değişmesi. “İstemez” diyorsun. Garson gidiyor.
Seviniyorsun.
Yine başbaşasın dostunla. Artık ona “dostum” diyebilirsin. “Hep böyle gizemli kal” diyorsun. “Ne önemi var adının, kim olduğunun. Yaşamışsın işte. Ya işte ben de böyle at kıçında sinek gibi buna da yaşamak...” Doluyorsun. “Aman be abi, yaramı deştin sen benim. Bak şimdi yine anlamsız bakacaksın bana ama, senin beni anladığını biliyorum” diyorsun. Kalan rakıyı içiyorsun. Garsondan rakı getirmesini istiyorsun. “Abi” diyorsun cansız resme, “her akşam gelirim, her akşam bu masaya otururum, valla seni yeni gördüm. Kusura bakma sakın. Bir selamımızı esirgediysek canım abim...”
İçin dolup taşıyor. Utanmasan, kalkıp sarılacaksın dostuna. “Ne bileyim abi, biliyorsun; yalnızlık bazen bırakmıyor peşini insanoğlunun. Kırılıyorsun bir ayna gibi. Bir bakıyorsun ki, aynanın her kırığında başka bir yüzün, başka bir kaygın gizli...” Dostun ilk defa seni anlamış gibi bakıyor yüzüne. Ya da sana öyle geliyor. Yeni doldurduğun kadehini dostuna doğru kaldırarak, “dostluğumuza!” diyorsun. “Olmuştur be abi, senin de güzel dostların olmuştur. Ama yine de yalnız kaldığın günler de olmuştur. O zaman şimdi göründüğün gibi dingin olmamışsındır. Hep şu bakışınla bakmamışsındır. Dostluklar yalnızlığın ilacıdır, diyeceksin. Haklısın abi, ama yapayalnız gene de şu dünyada...” içinden kabaran duygu sağanağına yenik düşüyorsun. Bir deniz gibi çalkalanıyorsun dostunun karşısında. Bereket versin ki, dostun anlayışlı, senin bu coşup durulmalarına dingin bakışlarıyla karşılık veriyor.
Hesabı ödüyorsun. Meyhaneden çıktığın sıra, garson arkandan yetişiyor. “O fotoğraftaki adam...” diye başlayacak oluyor. “Önemli değil artık” diye kesiyorsun sözünü, montuna sıkıca sarılarak, biraz da telaşla.
İnce ince bir yağmur yağıyor. Sokaklarda kimseler kalmamış. Evine varıyorsun sallana sallana. “İşte böyle abi” diyorsun. “Üşümedin inşallah. Bizim fakirhane de burası.”
Çerçeveyi odanın duvarına astıktan sonra. Karşısına geçip bakıyorsun. “Umarım yerini yadırgamamışsındır abicim” diyorsun. “İyi geceler” diye ekliyorsun yanağını öperken...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder