3 Aralık 2010 Cuma

Don Kişot’un yazgısı

Olmazlıkta kurar insan sevincini
Tutku her şeyi yeniler
Yüreklilik bir çeşit yalnızlıktır
O aptal yeldeğirmenlerine gelince
Sen onları benden iyi tanırsın
Aldı mı yere vurur adamı
Kaldı ki sen onlardan da kahramansın
Aşılmazlığınla aydınlat yolumu
Dulcinea doğallığım sevincim anayurdum
Dünya gün gelip anlayacak
Sende gerçek büyüklüğe kavuştuğumu
            İşte böyle söyletmiş Afşar Timuçin Don Kişot’u, ‘Don Kişot’un Akşamı’ şiirinde…
            Delilikle kahramanlık arasındaki ince çizgide yol almış Don Kişot hep…
Kimi kere üstesinden gelinmez güçlüklere göğüs görmeye çalışırken onun bitip tükenmez  uğraşısı örnek gösterilmiş kimi kere de imkansızlıklar karşısında gözü kör olan ve boş yere çırpınan adamın çaresizliğini anlatmaya yaramış Don Kişot…  
            Gönlünde Dulcineası’nın hayaliyle sevgili atı Rozinante’nin sırtında  ve yanında krallığında bir ada verme vaadiyle kandırdığı can yoldaşı Sanço Pansa ile birlikte dünyayı kötülüklerden temizlemek için düşmüş yollara…
Nâzım Hikmet, ‘Don Kişot’ şiirinin sonunda şöyle seslenir bu gözü pek kahramana:  
Haklısın, elbette senin Dülsinya'ndır en güzel kadını yeryüzünün,
sen, elbette bezirgânların suratına haykıracaksın bunu,
alaşağı edecekler seni
bir temiz pataklayacaklar.
Fakat sen, yenilmez şövalyesi susuzluğumuzun,
sen, bir alev gibi yanmakta devam edeceksin
ağır, demir kabuğunun içinde
ve Dülsinya bir kat daha güzelleşecek...
            Kazandığı bütün zaferler Dulcineası içindir Don Kişot’un… Dizlerinin önünde aman dileyen adamları çevirir gerisin geri… Gidin der, anlatın bu şerefli galibiyetimi Dulcineama, selam söyleyin ona benden…
            Ona can veren kıskanç Cervantes yok mu? Çirkin mi, çirkin dişsiz bir kadın olarak çizer dünyalar güzeli Dulcinea’yı…
            O olmasa yollara düşer miydi? Vurur muydu böyle bilinmezliklere kendisini Don Kişot?
            Tamam, bunda okuduğu o saçma sapan şövalye kitaplarının da etkisi yok değildir… Ama Dulcinea’nın aşkıdır onu ellisinden sonra yollara düşüren…
            Hadi diyelim Don Kişot kafayı üşüten bir bunak, okuduğu kitaplar gerçekliği kavratmada yardımcı olacağına bir kurmacanın içine sürüklemiş onu…
Peki saf köylü Sanço Panza’ya ne oluyor? Ne diye canından çok sevdiği eşeğiyle bir ütopya uğruna yerini yurdunu terk ediyor?
Bir ada uğruna nasıl göz yumar Don Kişot’un hayalperestiklerine…
Güpegündüz gördüğü halde tüm gerçekleri nasıl içini burmaz sahte dünyası Don Kişot’un…
Ne için?
Bir delinin vaad ettiği ada için…
Yeldeğirmenlerini kocaman devler, sıradan hanları devasa kaleler olarak gören yüreğinde Dulcineası’nın aşkıyla tüm dünyaya meydan okuyan Don Kişot olmak mı yeğdir yoksa bütün bu saçmalıkları gören ama sesini çıkaramadan ona eşlik eden akıllı saf Sanço Panza mı?
Gerçekleri bildiği halde vaad edilen adasını almak için tüm bu gülünçlüklere katlanan ve zaman zaman sopa yiyen Sanço Panza olmak mı yeğdir yoksa deliliğiyle herkesin eğlendiği aklını yitirmiş bir bunak olmak mı?
Biri bütün gerçekliğini yitirmesine rağmen büyük bir hayal uğruna mücadele ediyor…
Diğeri küçük bir çıkar için anlamlandıramadığı bir yolculuğa çıkıyor…
Biri hayal de olsa ne istediğini biliyor…
Diğeri ne istediğini bildiği halde bir hayalperestin aklına uyup onun peşinde ve emrinde maceralarla dolu bir yolculuğa çıkıyor…
Birinin gönlünde bütün zaferlerini armağan ettiği dünyalar güzeli Dulcinea var…
Diğeri bıraktı belki peşinde ağlarken eşini ve çocuklarını…
Biri çıkıp derse, “hey sen de kim oluyorsun, Don Kişot koskoca bir asilzade idi, Sanço Panza ise ne idiğü belirsiz bir köylü, nasıl olur da kıyaslarsın ikisini bre zındık…
Biz de deriz ki, “öyle ama o insanlığa adalet dağıtmak, kötüleri cezalandırmak için düşmedi mi paslı zırhıyla yollara…
            Uzun lafın kısası bu deli kahramanı herkes kendi boyasına sokup çıkardı…Kimisi ümit serpiştirdi onunla yüreklere, kimisi de olmayacak duaya amin denmez demek için kullandı onu…
            Peki kitabı okuyan?
            Bilmem var mıdır sizce? 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder