Dilencilik dünyanın en eski mesleklerinden bir tanesi. Yardıma muhtaç olduğunu iddia ederek insanlardan yiyecek veya para isteyen dilencilere yeryüzünün her köşesinde rastlamak mümkün. İzmit de dilenci yönünden bir hayli zengin bir kent.
Son günlerde Deniz Feneri Derneği’ndeki yolsuzluk iddialarının siyaset dünyasında yarattığı deprem hemen herkesi bu hususta düşünmeye ve yorum yapmaya sevk etti. Hayırseverlik adına yapılan yardımlar gerçekten doğru yerlere ulaşıyor mu? Düşkün durumda olanlar bu yardımlardan gereğince faydalanabiliyor mu? Hadi yerine ulaşıyor diyelim, peki yoksulluk bu şekilde erzak yardımıyla ortadan kaldırılabilir mi? Yoksa bu yardımlar yoksulluğu “kurumsallaştırırken” sözüm ona yardım yapanların da vicdanlarının tatmin aracı mıdır? Ya da bu yardımlar belirli bir siyasi düşüncenin iyice palazlanması için sermaye olarak mı kullanılıyor? Sorular daha da artırılabilir. Bu dava artık siyasi bir çekişmeye dönüştüğü için sürüp giden bu kayıkçı kavgasının ortasında sorularımızın cevaplarını bulmamız mümkün olmayacak.
HER MAHALLEDE BİR MİLYONER HAYALİ
Adnan Menderes 1950'li yıllarda “her mahallede bir milyoner yaratacağız” sloganıyla meydanları inletmişti. Yıllar sonra, Özal döneminde hepimiz milyoner olmuştuk. Ancak bunu zenginliğimize değil aşırı yükselen enflasyona borçluyduk. Hepimiz milyoner olduk olmasına ama gelir dağılımındaki uçurum büyüdükçe büyüdü. Sonunda, yirmi milyon yoksul, bir milyon da açlık sınırında vatandaş yarattık her yaşta.
Yoksulluğu bir yazgı olarak benimsetmeye çalışan, vatandaşlarını el açmaya mahkum eden, mahalle aralarında yardım poşetleri dağıtmayı yoksullukla mücadele sanan zihniyet, kamu parasıyla sağlanan bütün bu olanakları bir lütuf olarak gösterme çabası içerisine girdi.
Peki yoksul vatandaş ne yapacak bu sırada. Elbetteki şükür edecek. Payına düşene razı olacak. Ona yardım poşeti dağıtan bürokrat ya da siyasetçinin ellerine öpmek için yapışacak. Ama asla sesini yükseltmeyecek. Yoksa arsız olur!
DÜNYANIN EN ESKİ MESLEKLERİNDEN BİRİ
Dilencilik dünyanın en eski mesleklerinden bir tanesi. Yardıma muhtaç olduğunu iddia ederek insanlardan yiyecek veya para isteyen dilencileri yeryüzünün her köşesinde rastlamak mümkün. Dilenciler, toplumun insaf, acıma, yardımseverlik ve dindarlık duygularını sömürerek kolay ve haksız kazanç elde etmeye çalışırlar. Bunu gerçekleştirmek için daima yoksul görünümlü olmaya dikkat ederler.
Engelli olmak veya engelli çocuğu olmak daima avantaj sağladığı için çoğu kez engelli veya hasta taklidi yaparlar. Bir köşe başında bekleyerek geçenlerden para isteme en yaygın dilencilik şeklidir. Sokaklarda gezerek, dükkan önleri, otobüs durakları gibi işlek yerlerde para istemek, “hastanede mahsur kaldım”, “parasızlık nedeniyle yolda kaldım” gibi mazeretler ileri sürerek yardım dilenmek en çok tercih edilen şekillerdir.
Dilenciler üzerine bir çok söylenti dolaşır. Bunların başında da aslında çok zengin oldukları gelir. Gerçekten de bu zanaat dolayısıyla hatırı sayılır bir servet elde edenler yok değildir aralarında. Ama çoğu, ertesi günü nasıl geçireceğini bilmediği için çaresizlikten yapıyordur bu işi.
ULUSAL DİLENCİLİK SEMPOZYUMU
ATO’nun “Neler oluyor bize?” adı altında dört bölümlük rapor serisinin birinci bölümünü “Dilenen Türkiye Dosyası” oluşturuyor. Dilencilerin genellikle boş arazilere kurulan derme çatma çadır ve barakalarda göçer guruplar halinde yaşadığı belirtilen raporda, dilencilik mafyasının, sabah erken saatlerinde, dilencileri buralardan toplayarak, arabalarla parsellenen noktalara dağıttıkları ifade ediliyor. Dilenme süresi boyunca dilencilerin, bu kişiler tarafından sürekli kontrol altında tutuldukları kaydedilen raporda, dilendiren ve dilenen arasında adeta bir emir komuta zinciri oluşmuş durumda olduğu belirtiliyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul’un önemli sorunlarından biri haline gelen dilenciliği bilimsel olarak masaya yatırmaya hazırlanıyor. 18-19 Ekim 2008 tarihlerinde gerçekleştirilecek olan “Ulusal Dilencilik Sempozyumu”, dünya tarihinde bir ilk olacak. İşinin ehli dilencilerin de konuşmacı olarak katılacağı sempozyuma çok sayıda bilim adamı ve elinde bilgi ve belge olan herkes davet edildi.
OSMANLI’DA DİLENCİLİK MÜESSESESİ
Osmanlı Devleti’nde, sosyal hayatın bir gerçeği olarak kabul edilen dilenciliğin değişik türleri vardı. Mezarlıkların kenarında ‘ıskatçılar’, sebillerin önünde ‘sebilciler’, sesine güvenen ‘kasideciler’, mevsimlik işçi gibi çalışan ‘kabakçılar’, Muharrem ayında ortaya çıkan ‘goygoycular’ ve nefsini terbiye etmek için dilenenler… Savaş sonrasında işsiz sayısının da artmasıyla 19. yüzyılda artık baş edilemeyecek hale gelen dilencilik sorunu için Meclis-i Mebusan’ın 10 Mayıs 1909’da çıkardığı ‘Serseri Kanunu’ bile çok köklü geçmişe sahip dilencilik mesleğinin tamamen ortadan kaldırmaya yetmedi.
Osmanlı’da dilenciler bir lonca çatısı altında teşkilatlandırılmaya çalışıldı. Devlet, kanunen dilenmesinde sakınca olmayanlara dilenebileceklerini gösteren ‘Dilenci Tezkeresi’ verdi ve dilencileri bir deftere kaydetti. Aslı kadılıklarda bulunan dilenci defterlerine, dilencilerin hangi millete mensup olduğu, ne zamandır dilencilik yaptığı ve sağlık durumu hakkında bilgiler yazıldı. Tabii sonra bu işin de suyu çıktı ve dilenciler zamanla mafyalaştı. Tarihçi Reşat Ekrem Koçu’nun tespitlerine göre, 8-10 dilencisi bulunan bir iratçı, kiraya verilmiş birkaç dükkânı olan birinden daha çok gündelik gelir elde ediyordu. Dilenciler için sebil kenarları, cami ve mescit önleri, köprü üstleri, zengin konak önleri gibi mekanlar, günlük cironun en fazla olduğu yerlerdi. Evliya Çelebi`nin verdiği bilgiye göre, 17. yüzyılda dilenci esnafına bağlı yedi bin kişi vardı.
İZMİT’İN DİLENCİLERİ
İzmit de dilenci yönünden bir hayli zengin bir kent. Aralarında gerçekten çok zor durumda olduğu için dilenenler de var, bu işi kolay yoldan para kazanmak için yapanlar da… Engelli numarası yapanlar da var, gerçekten engelli olanlar da… Başkaları tarafından dilendirilenler de var, kendi nam-ı hesabına çalışanlar da…
Üstgeçitler, İzmit’te dilenenlerin en önemli üsleri arasında yer alıyor. İzmit’in bütün üstgeçitlerin her bir köşesi dilencilerin kendi aralarında yaptıkları gizli anlaşma ile paylaşılmıştır. Soğuk havalarda ortaya çıkan, çok iyi titreme numarası yapan ve bazen de yerde hareketsiz yatarak dilenen çocuk; önündeki karton kutuya sabitlediği gözleriyle akşam karanlığından gece yarısına kadar öylece durur üstgeçidin üzerinde. Bali ve tinere yeni alışan birkaç sokak çocuğu bu çocuğun önündeki kartondan para aşırmayı alışkanlık haline getirmiştir. Onlar da ortak olmuşlardır dilenci çocuğun hasılatına.
Ağzındaki dişlerin neredeyse tamamı dökülmüş olan ihtiyar kadın, hummaya tutulmuşçasına titreyerek dilenir. Çoğunlukla üstgeçitlerdir onun da faaliyet yeri. İlk gördüğünüzde çok hasta olduğunu düşünürsünüz, içiniz sızlar. Ama o yıllardır bu şekilde dilenir, durur.
Bacağının birini olduğu gibi alçıya alan sakallı adam çoğunlukla Vilayet Üstgeçidi’nde dilenir. Sapasağlam bir görüntüsü vardır. Nasıl bir rahatsızlığı varsa artık yıllardır o alçıyla yaşamaktadır. Uğur Mumcu Parkı civarına geldiğinde parasını sayar ve hiç aksamadan koşar adım evinin yolunu tutar.
Başka bir sakallı adam her daim kucağındaki çocuğu ile dilenir. “Açım be abi” sloganını İzmit’e getiren dilenci odur. Bazen konuşmak istemez, önüne AÇIM yazan karton bir kağıt koyar, kucağında çocuğu ile birlikte Demiryolu Caddesi’nde bilhassa fırıncıların önünde dilenir.
İzmit’in dilencileri saymakla bitmez; biz en iyisi bu toplumsal problemi inatla görmeyip sadaka toplumu yaratma niyetinde olanlara bir şiir göndererek yazımıza son verelim.
AHLAK
Ahlak kalmadı dünyada
Kiracısı öyle, işçisi öyle
Hami köylü saftır derler a
İnanma
Cırrr
Kapı
Kim o?
Dilenci.
Kuru ekmek verirsin beğenmez
Taze ekmek senin nene!
Kalmadı, dedim ya, kalmadı
Ahlak kalmadı memlekette.
Kaynakça:
http://www.takvim.com.tr/2008/05/04/gnc112.html
www.tumgazeteler.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder