18 Kasım 2011 Cuma

“İnsan gülebildiği kadar insandır”


            Çocukluktan itibaren bize ağırbaşlı olmamız tembihlenmiştir. “Efendi ol”, “adam ol” diyerek kulağımızın kaç defa burkulduğunu hiçbirimiz hatırlamayız. Ufak yaşlardan itibaren böyle bir tedrisattan geçince gülmek istediğinde ister istemez tereddüt yaşıyor insan; acaba yaptığım yadırganacak mı, diye.
            Vedat Günyol, kitabına adını veren denemesi “Güleryüzlü Ciddilik”te bu konuyu ele alıyor: “Oldum olası ciddi insanlardan sakınır, kaçınırım, sakınmış kaçınmışımdır da. Ciddi insanlar derken, düşüncesinde, tutumunda, davranışında, başkalarıyla olan ilişkilerinde ağırbaşlı, güvenilir, gözükapalı inanılır insanlar değil aklımdan geçen. Daha çok, asık suratlı, çatık kaşlı, kafalarının ardında kendi çıkarlarına yönelik binbir hesapla sağını solunu yıldırıp, ürkütüp kendilerine bu yoldan bir saygınlık sağlamaya çalışan, boş kafalı, kof yürekli, bencil insanlardır düşündüğüm” (Vedat Günyol, “Güleryüzlü Ciddilik”)
GÜLMEK KİMLERE MAHSUS?
            Bizde, alabildiğince gülmek sınırlı bir zümreye layık görülmüştür. Onlar, kimseye hesap vermeden dilediklerince gülebilirler. Kim bunlar? Kim olacak, çocuklar ve deliler… Bir bebeği güldürmek için çevresindekilerin yaptığı şirinlikler görülmeye değerdir. Yahu ne yapıyor bu koca adamlar? diye düşündüğünden olacak, bebek bile o bilinciyle gülmekten kendini alamaz.
Delilere gelince, kimseye hesap vermek zorunda olmadıkları için kahkahanın en sunturlusu onlara yakışır.            Zaten öyle adam akıllı gülmeye teşebbüs etmek yadırgatıcı bir durumdur bizde. Maazallah adınız deliye çıkıverir. Ne demişler, kendi kendine gülene ‘deli’ derler! Orhan Veli de bu dertten muzdariptir.
Sokakta giderken, kendi kendime
Gülümsediğimin farkına vardığım zaman           
Beni deli zannedeceklerini düşünüp
Gülümsüyorum.
(Orhan Veli Kanık, “Sokakta Giderken”)
Biraz önce, deliler ve çocuklar dedik ama hafif meşrep kadınları ilave etmeyi unuttuk. Şöyle içten bir kahkaha attığımızda, ciddiyetle çatılan kaşların ardından “gülme lan şöyle böyle karılar” gibi lafını işitmeyenimiz var mıdır?
NİYE SADECE KÖTÜLER KAHKAHA ATABİLİYOR?
Gülme eylemi şeytani bir mana taşır böyle düşünenlere göre… Dikkat ettiyseniz gerçekten de, çizgi filmler dahil olmak üzere bütün filmlerde kötüler ağız dolusu kahkaha atarken, iyiler küçük bir tebessümle yetinmek zorundadır… He-Man’deki İskelet Or’dan tutun da, Yeşilçam’da Erol Taş’tan, Tecavüzcü Coşkun’a; Hollwood’ta Ceyar’dan, Jack Nickholson’a kadar kötü rollerin adamlarının ağzından kahkaha eksik olmaz.
Çocuklar için aşırı kasvetli, aşırı gergin ortamlarda da gülmek çok riskli ve bedeli ağır olan bir rahatlama yoludur. İstiklâl Marşları’nda, saygı duruşlarında gülmemek için dudaklarımızı ısırdığımız dönemler olmadı mı? Teravih namazlarından kaç defa Hacı İsmet tarafından“Şeytan şişiriyor bu veletleri” diyerek katıla katıla gülerek kovulduk…
GÜLÜNÇ DURUMA DÜŞMEK
Birisini aşağılamanın, insan içine çıkılmaz hale getirmenin yolu da onu “gülünç” duruma sokmaktır. Sokakta ayağınız kaysa, düşseniz; düştüğünüze canınızın acıdığına yanmazsınız da, “bana bakıp kaç kişi güldü” diye düşünür, utanırsınız. Her şeyi çok ciddiye aldığımız için gülünç duruma düşmeyi bir türlü gururumuza yediremez, kendimize yakıştıramayız.
Bir sohbet esnasında makaraları koyverdiğimizde kahkahanın sınırlarını biraz aştığımızda içgüdüsel olarak hemen toparlanma gereği duyarız. Bazen çevremizdeki bakışlar da bizi hemen ciddiyete davet eder. Gözünden yaş gelinceye kadar güldükten sonra, “ay çok güldük kesin ağlayacağız” demek vakayı adiyedendir. Böylece gülmenin dozunu biraz kaçıranlar yanlış bir şey mi yapıyorum acaba diyerek kendilerine oto kontrol uygulama lüzumu hissederler. Oysa Moliere’in de dediği gibi “insan gülebildiği kadar insandır.”
CİDDİYETLE ALAY EDEN DİYOJEN
Tarihe bakıldığında, Eski Yunan felsefecilerinin gülmeye yararcı baktıkları görülür, “gülme, insanların daha çok iş üretmesine olanak sağladığı sürece iyidir” denmiştir. MÖ. 412-323 yılları arasında yaşamış olan Diyojen’in çileci felsefesi kahkahanın ipuçlarını da içinde barındırır. Toplumsal değerlerin bir bir ipliğini pazara çıkaran Diyojen; ağırbaşlı, ciddi geçinenlerle eğlenmeyi sanat haline getirmiştir. Bir gün çok dar bir sokakta zenginliğinden başka hiçbir şeyi olmayan kibirli bir adamla karşılaşır. İkisinden biri kenara çekilmedikçe geçmek mümkün değildir. Mağrur zengin, hor gördüğü filozofa: “Ben bir serserinin önünden kenara çekilmem”, der. Diyojen, kenara çekilerek gayet sakin şu karşılığı verir: “Ben çekilirim!”
Eski Yunan’dan biraz daha ileriye gidip Stoa Okulu’nda duralım. Kleanthes’in çözemezi Khrysippos için o olmasa Stoacılık olmaz denir. Khrysippos bir gün şarap içmiş, başı dönmüş, beş gün sonra da ölmüş. Felsefe tarihçilerinin bazıları onun gülmekten çatlayıp öldüğünü bildirirler. Rivayete göre, filozof bir gün incir yiyen bir eşek görmüş, eşeğin sahibine, “sen bu eşeğe şarap ver içsin” demiş, der demez öyle bir kahkaha atmış ki oracıkta canı çıkıvermiş.
DİNLERE GÖRE GÜLMEK CAİZ DEĞİL
Bütün dinler ağız birliği etmişçesine gülmeyi yasaklama konusunda birleşmiştir. Gülmek tamamen yasak değildir elbette. Yerinde, ölçüsünde ve kıvamında olmalıdır. Tek tanrılı dinler fazlaca gülmeyi yoldan çıkmak olarak değerlendirmişlerdir.
Ortaçağ’da gülmek dinen caiz değildir. İlk Hıristiyan yazarlar gülmeye kötü gözle bakmışlardır. Kilisenin gülmeye karşı olan tutumunu “hikmetli adamın yüreği yas içindedir, fakat akılsızların yüreği sevinç içindedir. Sevinç tanrıyı unutturur” ile açıklamışlardır. Elizabeth döneminde ise gülmenin yasaklanması kanunlar çerçevesinde oldu ve gülme yasadışı ilan edildi. Bu konuda başarıya ulaşılması için de kilise ile işbirliğine gidildi. Ruhban sınıfına karşı yapılan espriler ve alay ağır şekilde cezalandırıldı. (Abidin Parıltı, www.gundem-online.net)
KAHKAHA EN ETKİLİ PROTESTODUR!
Gülmek kurulu düzene karşı çıkmaktır bir bakıma. Kahkaha en etkili protesto biçimidir. Hindistan'ın güneybatısındaki Karnataka'dan 50 000 yerli çiftçi bir günlerini hükümet dairelerinin önünde gülerek, kahkaha atarak geçiriyorlar. Bu olayı izleyen hafta içinde de hükümet çöküyor!.. Gülme biçiminin barındırdığı direniş ve başkaldırı gücü her türden hiyerarşileri yıkabiliyor… (bianet.org)
Geçtiğimiz yıl  Öğrenci Gençlik Sendikası Genç-Sen üyesi öğrenciler, Yunanistan’daki eylemlere destek olmak amacıyla Yunanistan konsolosluğuna yürümüş, taştan ürken polislere kahkahalar eşliğinde kağıttan uçaklar atmıştı.
Meksiko'da 1999 yılında 'Zapatista Hava Kuvvetleri' yüzlerce kağıt uçağı Amador Hernandez'deki bir askeri kaledeki birliklerin üzerine indiriyor. Her uçağın üzerinde şu mesaj yazıyor: “Askerler, yoksulluğun hayatlarınızı ve ruhlarını satmak zorunda bıraktığını biliyoruz. Milyonlarca insan gibi ben de yoksulum. Ama siz daha da berbatsınız, çünkü sömürücümüzü, başkan Zedillo ve onun para çuvallarını koruyorsunuz.”
MİZAHTAN KORKAN SİYASETÇİLER
Bizim de, Nasreddin Hoca'dan, İncili Çavuş'a, Bekri Mustafa'dan, Bektaşi'ye güçlü bir gülmece yazınımız mevcuttur. Dikkat edilirse, sayılanların hepsinin kurulu düzenle, egemenlerle, iş bitiricilerle, adamsendecilerle, neme lazımcılarla, benden atlasın kimde patlarsa patlasıncılarla, sen mi kurtaracaksın bu dünyayı diyenlerle sorunu vardır.
Egemenler güldüren adamlardan korktuğu kadar kimseden korkmaz. Charlie Chaplin nam-ı diğer Şarlo’nun başına gelenleri hepimiz biliyoruz. Aziz Nesin, Rıfat Ilgaz gibi öykülerinde, yazılarında gülmeceye yer veren nice yazar boşu boşuna yıllarca hapis yatmadı.
Halkını gülmekten mahrum bırakanlar mizahı da hoşgörüyle karşılamazlar. Son yıllarda Erdoğan’ın karikatürcüler ve köşe yazarlarını dava etmek suretiyle elde ettiği servet bunu ispatlar nitelikte.
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir

(Edip Cansever, “Mendilimde Kan Sesleri”) 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder